Ulusal Komplekslerimiz
Bireysel kompleksler neyse de, ulusal komplekslerimiz
vahim. Ulusal kompleksler hepimizi birden bir paranoya
içine sürükleyebiliyor.
Yıllar yılı bir “Moskova” umacısı vardı... Neyse ki;
SSCB dağıldı da bundan kurtulduk.
Bir de ülkesi milleti ve devletiyle bölünmez bütünlüğümüz,
"çakıl taşı vermem" edebiyatının bolca yapılmasının
nedeni olan bölünme korkumuz var. Bu en önemli korkularımızdan
biri.
Başka nelerden mi korkuyoruz ?
Kürtler, Aleviler, Solcular, Yunanlılar, Ermeniler..
Bu arada İran’ı, Suriye’yi saymayı unutmayalım. Sonra
İslami Şeriat da var... En yenisi ise Avrupa Birliği.
Hayatı kendimize zehir zıkkım etmek için elimizden
geleni yapıyoruz. Kıbrıs son zamanların en baş ağrıtan
sorunu. Bir de Kuzey Irak’ta bir Kürt Devletinin kurulma
olasılığı var ki, o uykularımızı hepten kaçırıyor.
Hiç dostumuz yok... Düşmanımız çok. Sağımız, solumuz
düşman kaynıyor. Bizi bölmek güçsüz düşürmek istiyorlar.
Aklımızdan geçenler bunlar, uykularımızı bölen rüyalarımızı
karabasanlara açan korkularımız bu kadar da değil. Liste
bir hayli uzun ama şimdilik bunlarla yetinip yeri ve
zamanı gelince diğerlerinide ekliyelim...
Gücümüzü, birliğimizi bölüp bizi güçsüz düşürmek isteyenler
vardır elbette. Devletlerin bütün dostluk söylemlerine
ve ticari, siyasi ilişkilerine rağmen bir birlerine
karşı sürekli olmadık girişimlerde bulunabileceği devletin
eskiliği kadar eski bir olgudur.
Ancak ne varki bizim sürekli korkular ürettiğimiz bizi
bölmek ve güçsüz düşürmek istediklerine inandığımız
ülkeler ve devletlerin bu alandaki çabaları hep sınırlı
kalmıştır. Gerek kendi iç sorunları gerekse devlet geleneği
veya diğer bir çok nedenden dolayı düşman bellediklerimizin
bu alandaki çabaları dost bildiklerimizden daha sınırlı
düzeyde kalmıştır.
Ülkenin bugünkü panaromasının asıl sorumluları “dost”
bildiğimiz ve yan yana durmak istediklerimizin kendi
yararları adına bizi düşürdükleri noktadır. Maliyemiz
hakkında kendi kararlarımızı veremiyoruz. Borç batağındayız.
Ülkemizin insanını doyuramıyoruz. Milyonlarcası yurtdışında,
bir o kadardan fazlası açlık sınırının altında yaşıyor.
Bütün bunlar düşman bildiklerimizin çabaları ile olmadı.
Yaptığımız binalar nasıl ayakta kalmayı başaramıyorsa,
biz de öyle sallanıp duruyoruz. Yere düşmemiz, kendi
enkazımız altında kalmamız an meselesi.
Şimdilik bütün bunları bir kenara bırakıp birlikte
biraz düşünelim. Kıbrıs sorunumuzla başlayalım.
Kıbrıs 1974 yılına kadar bizim de tanıdığımız bağımsız
bir devlet miydi ?
Evet, dünyanın ve bizimde tanıdığımız bağımsız bir
devletti. Bizim Kıbrıs’a girmemizle bağımsız Kıbrıs
Devleti ortadan kalktı.
Neden girdik Kıbrıs’a ?
Bir görüşe göre soydaşlarımız katlediliyordu, bizde
onları korumak için Kıbrıs’a girmek zorunda kaldık.
Bu bir yanıyla doğru. 1974 Kıbrıs Hareketinden önce
işlenen bir kaç cinayet haberi o zamanın günlük basınında
resimleri ile manşetten verildi. Bu durum Türkiye’nin
adaya müdahelesine olanak veren bir durumdu. Ardından
çok doğal olarak ABD ve İngiltere’nin de onayı ile garantörlük
hakkımızı kullanıp adaya girdik... Buraya kadarı bilinen
bir şey. Bütün olayın görünen ve bilinen bölümü bu kısmı.
Ancak gerçek gördüğümüzle sınırlı değil. Asıl gerçeği
ve bütün hareketin amacını belki daha yıllarca bilemeyeceğiz.
Ancak kendimize soracağımız doğru sorularla gerçeğe
yakın bir düşünceye varmamız mümkün. En azından böylece
olup biteni anlamlandırabiliriz.
Öncelikli soru ise : Kimin işine yaradı bu hareket
?
Geldiğimiz noktada bugün çok rahatlıkla bu soruya bir
yanıt vermemiz olanaklı. Bence Türkiye’nin işine yaramadığı
kesin. Türkiye’ye fazladan bir maddi külfet olmasını
bir yana bırakırsak dışpolitikada sürekli bir ayak bağı
oldu. Adadaki soydaşlarımızın işine yaramadığını da
30 yıl sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki seçimler
bize gösterdi.
Bu hareket tek Yunanistan’ın işine yaradı. Anımsayacaksınız
1974 yılında Yunanistan’da Albaylar Cuntası iş başındaydı
ve Yunanistan’ın tüm sivil politikacıları, yurt dışında
bu Albaylar Cuntasını göndermek için uğraşıp duruyorlardı.
Avrupa’nın ve ABD’nin tüm baskılarına rağmen albayların
gitmeye niyetleri yoktu. Tam aksine ABD’nin bazı yaptırımlarına
karşılık, Albaylar Cuntası NATO’nun askeri kanadından
ayrıldı ve SSCB ile flört etmeye başladı.
İşte tam da bu aşamada Kıbrıs’ta bazı olaylar olmaya
başlamıştı. Önce bir darbe ile Makaryos iktidardan uzaklaştırıldı
ve ardından Türklere saldırılar başladı ve bildik cinayetler
gündeme geldi. Çok doğal olarak Türkiye bu gelişmeye
seyirci kalmadı ve garantörlük haklarını kullanarak
adaya müdahale etme hakkını kullandı.
Kıbrıs Hareketi’nin ilk aşaması daha tamamlanmadan,
Yunanistan’da ki Albaylar Cuntası köşeye sıkıştı. Çünkü
adada olup bitenler Yunanistan’ın Albaylar Cuntasına
mal edilmiş ve yapılan darbenin ardında Yunanistan olduğu,
Albaylar Cuntasının Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek
isteği olarak dünya kamuoyuna mal olmuştu.
Türkiye’nin müdahalesi ile içte ve dışta Albaylar Cuntasına
gelen tepkiler daha fazla direnmelerini olanaksız kıldı.
Yurt dışındaki sivil muhalefet yönetime geldi. İşte
bu hareketin son noktasıydı aslında. Ama biz hızımızı
alamadığımız için hareketin ikinci aşamasına başlamıştık
bile... Kıbrıs’a girmemiz konusunda olur veren başta
ABD ve İngiltere olmak üzere bütün batı, bu aşamadan
sonra bize askeri, ekonomik bir çok yaptırımı içeren
ambargo uygulamasına geçti. Kıbrıs bu tarihten sonra
bizim dış politikamızda bir sorun olmaya başladı.
Ecevit’in hareket sırasında yaptığı çok önemli bir
açıklama vardır ve hala o açıklama her Kıbrıs belgeselinde
gösterilir. “Biz adaya Türklere ve Rumlara barış götürmek
için gidiyoruz. Bu bir barış hareketidir” (aklımda kaldığı
gibi aktardım) Hareket adaya barış götürmedi ama Yunanistan’a
barış götürdü. Bu hareket sanki bütün bir resme bakıldığında,
Yunanistan’daki Albaylar Cuntasına karşı yapılmış bir
harekettir.
Yunanistan’ın sivil muhalefetinin ve onları destekleyen
ABD ve Avrupa’nın yapamadığını biz bir kaç hafta içinde
başardık ve Yunanistan’a demokrasi gelmesini sağladık.
Kendimiz için beceremediğimizi komşumuz için becerdiğimiz
bir tarihi olay bu... Oysa kendimiz için de bu kadar
becerikli olmalıydık.
Şimdi gelelim Kıbrıs’ın yeniden bağımsız bir devlet
olması durumunda bizim için nasıl bir tehdit olacağına.
Kıbrıs 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine girecek.
Bu tarih bir anlamda bizim adadaki askeri ve siyasal
varlığımızın da son bulması anlamına geliyor. Tehdit
olgusu tamda bu noktada gündeme geliyor. Avrupa Birliğine
girecek olan Kıbrıs, bir şekilde Yunanistan’ın Kıbrıs’ı
topraklarına katması gibi yorumlanıyor. Oysa Avrupa
Birliğine giren Kıbrıs ne kadar Almanya'ya katılıyor
ise o kadarda Yunanistan’a katılıyor. Bütün bu akla
hayale sığması pekte kolay olmayan düşünceler bir yana
bağımsız bir Kıbrıs’ın Türkiye için tehdit oluşturacağı
varsayımını ise hepten anlamak olanaksız.
Günümüzün savaş araçları ile Kıbrıs’ın stratejik hiç
bir önemi yok. Bunu anlamak için Irak Savaşını anımsamak
yeterli. İngiltere Londra dan kaldırdığı uçaklarla Bağdat’ı
bombaladı. Bu anlamda Kıbrıs söylendiği gibi çok da
önemli bir stratejik ada değil... Türkiye'nin güneyinde
Anadolu’nun bağrına uzatılan bir hançer hiç değil.
Kaldı ki Avrupa Birliği üyesi bir ülke olarak Kıbrıs’ın
ve Kıbrıs üzerinden Yunanistan’ın bize saldıracağını
varsaymak hepten bir saçmalık olur. Avrupa Birliği içinde
bir Yunanistan ve Kıbrıs’ın bize saldırması demek Avrupa
Birliği’nin Türkiye’ye savaş ilan etmesi ile aynı anlama
gelir. Bizim de Avrupa Birliğine girmek için didinip
durduğumuzu da buna eklerseniz bu sav hepten komik olup
çıkmakta.
Avrupa Birliği hem bize saldıracak potansiyel bir düşman,
hem biz Avrupa Birliği’ne girmek için 40 yıldır uğraşıp
duruyoruz. Bu korkuyu hepten komik eden bir başka durum.
Gerisini siz düşünün !!!
Hasan Kaya
|