NAMUS CİNAYETLERİ VE EĞİTİM SORUNU
Cinsel Sağlık Eğitimi dersi üniversitelerimizde
okutulmalı mı?
Son günlerde cinselliğe dair özellikle de kadınlara
yönelik artan cinayetlerin çoğunluğu aile ve aşiret
meclislerinin onayı ile gerçekleştirilmektedir. Uzun
zamandır ülkemizin en önemli sorunu olan demokratikleşme
ve eğitim sorununun bir yerde kadın sorunu olduğunu
savunurum. İlk ve son öğretmen olan kadının hep geleneksel
rollerde (anne ve hane çatısının içinde) düşünülmekten
öteye geçilmesi ve toplumsal süreçlere dahil edilmesinin,
en başta da eğitiminin büyük bir açılım olacağına inanmaktayım.
Kadını eğitilmemiş bir toplumun gelişemeyeceğini ve
kadının toplum nezdinde mutlaka eşit değer görmesi gerektiğine
inanıyorum.
Bu bağlamda, 8 Mart kadınlar günü vesilesiyle kültürel
devrimlerin kafa yapımızı ve bunun en önemli göstergelerinden
biri olan kadının kafamızdaki resmi değişmeden tamamlanamayacağına
inanıyorum. Bu da ancak eğitimin tarih bilinci içinde
kadının üstlendiği üretkenlik rolünün farkına varması
bilincinin kazandırılması ile olur. Bu da toplumun bütünsellik
bakışı içerisinde başta Cinsel Sağlık Eğitimi, Felsefe,
Tarih, Kültür ve İnsan Bilimleri derslerinin verilmesi
ile sağlanabilir.
Cinsel ve cinsiyet eğitimi bunun bir başlangıç aşamasıdır.
Uzun yıllardır ülkemiz insanının temel sorunlarından
birisinin cinsel tatminsizlik olduğuna inanırım. Benim
gibi kırsal kesimden gelen bir çok arkadaşımın üniversitelilik
yıllarındaki kız-erkek ilişkilerinin ne denli yetersiz
ve kısır olduğunu şimdi daha iyi algılıyorum. Çoğumuzda
kültürel değerler, bilinçsizlik, maddi olanaksızlıklar
vb. gibi nedenlerle sağlıklı bir arkadaşlık ilişkisinin
olmadığını gördüm. Yurtdışında da genelde Ortadoğulu
öğrenciler olmak üzere az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin öğrencilerinde benzer çekingenliği gördüm.
Öğretim üyeliğim süresince öğrencilerde gördüğüm bu
çekingenliğin kişinin özgüven oluşumu ve kendisini rahatlıkla
ifade etme sürecini engellediğini yine rahatlıkla söyleyebilirim.
Gerek kadın gerek erkek olarak bedenimizin sınırları
beynimizin sınırları olarak hep bir duvar gibi karşımızda
durmaktadır. Bu tatminsizlik hem yanlış sınırlamalara
hem de yanlış ilişkilere dönüşebilmektedir.
Araştırma anketlerine göre üniversite öğrencilerinin
büyük çoğunluğu cinsellik konusunda kara cahil. İstanbul
Büyükşehir belediyesi İstanbul Vakfı Gençlik koordinatörlüğü
tarafından lise öğrencileri arasında yapılan araştırmada
gençlerin yüzde 52’si gelecek ve güven kaygısı taşımaktadır
(Cumhuriyet 22 Aralık 2001). Araştırma, Lise gençliğinin
umut fakiri, bilgi düzeyinin düşük ve kaygılı olduğunu
gösteriyor. Gençlerin büyük çoğunluğu cinsellik konusunda
bilgisiz, kuşak çatışması ve diğer günlük sorunlar arasında
bocalamaktadır. Benzer bir araştırma Bilim ve Ütopya
dergisi tarafından üniversite öğrencileri arasında yapılmış
ve gençlerin cinsellik konusunda ve genel kültürde yetersiz
olduğu rapor edilmiştir. Erzurum Atatürk Üniversitesinde
yapılan bir sosyal araştırmaya göre üniversitede okuyan
her 5 öğrenciden birinde sosyal fobiye rastlandığı belirlenmiştir.
Gençlerin en ciddi sorunu olarak karşı cins ile iletişim
kuramaması gelmektedir. Bu tür kişiler ileriye yönelik
olarak kendini ispatlayan üreten ve katkıda bulunan
birey yerine, geleneksel dünyaların sınırlarında bir
dolaşımı sergilemektedirler. Örneğin Harran Üniversitesinde
bir kız öğrenci vücudunda çıkan bir yarayı utandığı
için doktora gitmediğinden mikrobik enfeksiyon kapması
sonucu yaşamını yitirmiştir.
Bu ne şiddet bu ne celal!
Basit bir iki cins arasındaki ilişki kimi zaman şiddete
dönüşmektedir. Erkeğin kadın üzerine iddia ettiği egemenlik
onun yaşam hakkına kadar sızmaktadır. 7 Ekim 2003 tarihli
ATV haber bülteninde aşkına cevap vermeyen bir gencin
eski kız arkadaşını bir inşaata götürerek orada öldürdüğü
ve ardından intihar ettiği belirtiliyor. 28 Kasım 2002
tarihli gazetelere göre Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde
bir öğrenci aşkına cevap vermedi diye bir başka kız
öğrenciyi tabanca ile öldürdükten sonra intihar etmiştir.
Bu ve benzeri haberleri sık sık duyarız, ancak bir
de kendine yönelen boyutu söz konusu. Şu tür haberler
her gün akşam haberlerine yansıyor. Kişi köprüden atlamak
üzere, nedeni sorulduğunda istediği kız kendisini ret
etmektedir. Binadan atlayan, intihar eden, çevreye rast
gele ateş açanlar sık sık basına manşet olurlar. Üniversite
öğrencisinin aşkına cevap vermemesi sonucu işlediği
cinayet ve intihar etme olayının altında yine cinsellik
ve eğitimin yetersizliği yatmaktadır. Genelde de kadından
çok erkeklerde karşı cinse karşı bir sahiplenme duygusu
hakim olmaktadır. Bu uğurda ölmeyi ve öldürmeyi göze
almaktadır. Sosyal psikologların buna bir açıklamaları
olsa gerek.
Sorun nerede?
Soru şu, üzerinde titrediğimiz eğitimimiz çocuklarımıza
cinsellik konusunda hiçbir şey vermedi mi? Hani üniversite
eğitimi bağımsız düşünen kişilikli eğitim verecekti?
Nasıl oluyor da üniversite eğitimi alan bir kız çocuğu
cinselliği ile hastalığı birbirine karıştırıyor. Nasıl
oluyor da bir üniversite öğrencisi tek yönlü düşünüyor
ve istediği kızın aşkına pozitif cevap vermesini istiyor.
Bu şekildeki egemen düşüncenin, ben merkezli düşünmenin
sorumlusu kim? Biraz geriye gidersek 20 yaşındaki çocuklar
12 Eylül döneminde doğdular ve eğitimin neredeyse e’sinin
bile askıya alındığı dönemde yetiştiler. Bu çocuklara
ne öğretildi hiç soran var mı?. Tartışmak yasak, kitap
okumak yasak (O dönemde hatırlanırsa her gece boy boy
sıradan kitaplar dahi suçlu gösterildi. Birinde bir
evde bulunan kitaplar televizyonda gösterilirken araya
ders kitaplarının da sıkıştırıldığı ibretle izlenmişti),
öğrencilerin her tür sosyal faaliyetleri yasaklanmıştı.
El ele tutuşmak bile yasaklar hanesine yazılmıştı. Bir
tek şeye müsaade vardı yalnızca alt yapısı olmayan ortamlarda
top oynamaya. Hani tarih bilinci, bilim, felsefe, doğa
ve insan sevgisi, yaşam sevinci ile geliştirilmiş insan
kaynağı. Çağdaş eğitim süresince kişi değişik kitap,
gazete, dergi, panel ve sosyal faaliyetlerde gelişir
ve kendi bireysel yetenek ve gayretleri ile bir diğerinden
farklılaşır. Ancak bu olanaklar sağlanamadığı zaman
ise kişi kendi sınırlı dünyasını gerçeğin yerine geçirir.
Üniversiteye ayak basan ve yaşamının en dinamik ve öğrenmenin
en üst düzeyde olduğu 20’li yaş düzeyindeki genç üniversitede
belirli bir alternatif bakış açısı kazanabiliyor mu?
Bu ve benzerleri ciddi cevaplanması gereken sorulardır.
Kanımca üniversiteye gelen her genç mutlaka bir alternatif
bakış açısı kazanmalıdır. Bu, öğretim üyesi tarafından
işlenen derste kazanılır; bir de üniversite ortamının
sağladığı çeşitlilikten sağlanabilir. Bugünkü eğitim
ortamı üniversite dahil yaratıcı, kendini ispatlayıcı,
girişimci ve alternatif bakış açısı kazandırmaktan uzak
görülmektedir.
Kendisine hak, başkasına yasak!
Kişilik gelişiminin yetersizliği yanında demokrasi
bilincinin de gelişmediği üniversite öğrencisi kendi
özgürlüğüne çok düşkün fakat bir başkasının özgürlüğünü
tanımamaktadır. Kendisi için sınır tanımıyor fakat başkasına
sınır koyuyor. Kendisi her istediğini alacak ama başkası
da onun her istediğini kabul edecek. Peki bu genç kendisini
ne kadar tanıyor, aynı durumda bir başka kız gelse ve
kendisine aşk ilan etse acaba kabul edecek mi? İstemediği
biri ile birlikte olmanın ne denli zor olduğunu bilmemektedir.
Eğer biraz eğitilseydi, doğayı gözlemiş olsaydı, cinselliğin
ne olduğunu öğrenirdi. Doğada iyice izlendiği zaman
canlıların her önüne gelen ile birleşmedikleri ve bir
seçiciliği olduğu görülecektir. Yine belirtelim doğada
erkek hayvanlar haremleri için birbirleri ile savaşmakta,
bazen birbirlerini yaralayabilmektedirler. Fakat savaşı
kaybeden ortamı terk etmektedir. İnsanda ise bunun anlamı
her insan vücudunu kime kullandıracağına kendisinin
karar vereceğidir. Hani derler ya insanın diğer hayvanlardan
farkı kültür birikimi ve onun anımsamasıdır. Ne yazık
ki bu cinayette insanın cinsel tercihine saygısı olmadığı
gibi kültürel birikiminin de sığ olduğu anlaşılmaktadır.
Tabii burada suçlu bu gençler mi yoksa geleneksel yapımız
ve içinde yaşanılan ortam mı, bunlar ayrı bir konudur.
Bugün ülkemizin bazı bölgeleri dahil (bugünlerde TV
dizilerinde hep ağaya para ile kız alındığı sıkça işlenmektedir)
özellikle kızlar para karşılığı istenmekte ve çok evlilik
dahil doğal ve geleneklerin bir parçası olarak görülmektedir.
Fakat kızlar tarafından bırakınız cinsel ilişkiyi bir
erkeğe bakmak bile bazen yaşamlarına mal olmaktadır.
İnsanlığın cinsellik ile ilgili tarih bilinci tarım
tarihi kadar eskidir. İlk evlilik, nişanlılık ve fahişelik
bir günde oluşmadı. Toplumların oluşması ile birlikte
şekillenen evlilik kurumu ve onun gelişmesi dini kaynaklar
tarafından desteklenmiş, egemenlik ilişkileri ile birlikte
gelişmiştir.
Dövüşelim mi?
Yakın geçmişte televizyon kanalları ve gazete manşetlerinde
4 yaşlarında iki kız çocuğu bir birlerini kıyasıya dövüyor,
aileler vur vur diye yerinde duramıyor. Ringde yüzlerde
sözüm ona yetişkin iki kız çocuğunu dövüştürerek ondan
zevk alıyor, efkar dağıtıyor. Çocuklarını küçük bir
gelir ve madalya için dövüşmesine seyirci kalan ebeveyinler
ve yetkililer acaba nasıl bir ruh hali içerisindedirler?
Eğer bir toplum çocukları dövüştürmekten zevk alıyorsa,
bu tür aktiviteleri destekliyorsa ciddi ciddi düşünmek
gerekir.
Yine son günlerde gençliğin intihara eğilimli olduğu
ve peş peşe gelen varlıklı ailelerin çocuklarının gittiği
liselerde görülmeye başlanması bir panik havasının oluşmasına
yol açtı. Ancak yine doğru soru sorulmadığı için doğru
cevap alınamadı. Basındaki izlenim polisin kasetler
peşinde koştuğu, uzun saçlı kişilerin gittiği barları
gözetlemeğe başladığı şeklinde. Peki gençliğin psikolojisi
üzerinde ailenin otoriter eğilimi, eğitim sistemimizin
çıkmaz sorunları ve toplumsal kültürümüz ve sokağın
etkisi yeterince dikkate alındı mı?. Tatmin edilmeyen
cinsel duyguların önemi dikkate alındı mı?
Genç kimdir?
Şimdi acaba başta Milli Eğitim Bakanı ve geçmişteki
Milli Eğitim Bakanları bu ülkenin yönetiminde bulunmuş
diğer kişiler söz konusu öğrencilerin hocaları ve aileleri
ne düşünüyorlar? Kendilerini sorumlu hissediyorlar mı?
Toplum olarak acaba hepimiz aşağıdaki soruları kendimize
sorabiliyor muyuz?
Sorunun birincisi acaba genç kimdir? Ne istiyor? Dönemin
talepleri ile ailenin ve sistemin talepleri ne ölçüde
örtüşüyor.
Sorunun ikincisi çocuğumuzu tanıyor muyuz? Çocuğun beklentileri
ne ölçüde karşılanıyor?
Sorunun üçüncüsü öğrencimiz ile iletişim kurabiliyor
muyuz?
Sorunun dördüncüsü öğrencimize sorumluluk yükleyebiliyor
muyuz? Öğrencinin sorununu kendisi çözmesi konusunda
ne denli yardımcı olabiliyoruz?
Sorunun beşincisi öğrencinin kendini ifade etme isteğini
ne kadar anlayışla karşılıyoruz? Öğrencinin kendini
yenilenmesine ne denli katkıda bulunuyoruz ve öğrencide
meydana gelen değişmeleri ne oranda gözleyebiliyoruz?
Gençlerin cinsel gelişim döneminde kendilerini ve karşı
cinsi tanıması konusunda ne kadar olanak tanıyoruz?
Genç, basit psikolojik tanımlamada özellikle 18 yaş
döneminde ben varım, farklıyım ve kendi kararımı kendim
vermek istiyorum diye düşünüyor. Bu ifade lise son yılları
ve üniversite dönemlerinde kendini ispatlama şansı tanıyor.
Ancak ne yazık ki toplum bu dönemde daha çok korumacılık
mantığı içerisinde otoriter olarak genci baskı altında
tutularak kendi istediği yönde değil, ailenin veya otoritenin
istediği yönde yönlendirmektedir. Bu bağlamda ülkemizde
üniversite mezunu dahil bir çok kişi ailelerin isteği
doğrultusunda görücü usulü ile evlendirilmektedir. Gencin
isteği ile otoritenin isteği çakışmadığı zaman çatışma
çıkıyor ve bunun sonucu olarak çoğu zaman genç bunalıma
sürüklenebiliyor. Gençlik bu dönemde kendi kimliğini
bulma sürecindedir. Bu sürede genç kendini acındıran
değil, ben de varım savı ile ortaya çıkmaktadır. Fakat
bu sürede genç kendini ispatlama sürecinde kendini nasıl
ispatlayacağını bilemez. Burada dikkate alacağı model
aile, eğitim ortamı ve toplumsal çevresi örnek olmaktadır.
Bu anlamda üniversite ortamı son derece önemli olup
genç gelişim sürecini ağırlıklı olarak bu ortamda sağlamaktadır.
Genç burada bir çok ilki gerçekleştirmektedir. Belki
ilk aşkı burada olmaktadır, bir kısmı ilk defa aileden
ayrı kalıyor ve ilk defa büyük şehirde yaşama şansına
sahip olmaktadır. Bu anlamada üniversite ortamı gencin
kendisini tanımasına olanak sağlayacak şekilde olmalıdır.
Üniversite mi, ileri lise mi?
Bu gün üniversite ortamları, öğrenciler için hiç de
üretken ve farklı düşünmesini sağlayacak donanım ve
yapıya sahip değildirler. Üniversite büyük bir öğrenci
kitlesi tarafından ileri lise gibi kullanılmaktadır.
Batılı anlamda güçlü, bağımsız ve geliri olan öğrenci
dernekleri olmadığı için öğrencilere yönelik sosyal
aktiviteler oluşmamaktadır. Her düzeyde düşüncenin serbestçe
sergilendiği, fikirlerin tartışıldığı ve kişilik ve
kimlik kazanıldığı ortamlar öğrencilere alternatif bakış
kazandıracaktır. Alternatif bakış açısı kazanamayan
öğrenci beyin fırtınası yaratamaz. Genç, alternatif
bakış açısı olan, sisteme dinamizm getirebilen ve bütün
enerjisi ile taşıyabilendir. Üniversiteler her konuda
doğru fikirlerin tartışıldığı ve beyinsel zenginliğin
sağlandığı saygın kurumlardır. Bu anlamda yarınların
büyükleri eğitimlerinin son istasyonu olan üniversitede
kendi yeteneklerini ve eğilimlerinin farkına vararak
zenginleştirdikleri yerler olarak ulvi sorumluluklar
taşırlar. Bir ülkenin dünyaya açılan kapısı olarak buralarda
beyin fırtınası yaratılır, yenilikler buralarda estirilir
ve bu rüzgar ülkelerin geleceğini şekillendirir ve bu
esinti ülkeleri yükseklere taşır.
21. yüzyılda üniversite öğrencisinin vücudunu bir başkasına
göstermekten çekinmesi, bir erkeğin karşı cinsin cinsel
tercihine saygı duymaması basit bir olay olarak görülmemeli.
Her tarafında cinsel tabunun koktuğu bu olaylar ne bir
ilk ne de son olaylardır. Temelinde binlerce yıllık
namus eşittir “iki bacak arası” alt beyin kültüründe
yatmaktadır. Sıradan insanlardan farklı olarak uzun
süredir eğitilen bu gençler acaba ezbere derslerinin
dışında hiçbir şey okumadılar mı? Okul yalnızca diplomaların
verildiği yerler olarak mı empoze edildi? Kaynağını
hatırlayamıyorum fakat yapılan bir araştırma sonucu
bazı üniversiteli kızlar bir erkekle el-ele tutuşmanın
hamileliğe neden olacağını düşünmektedirler. Hem de
Tıp Fakültesi öğrencileri. Peki bu şekilde düşünen bir
gençlikle hangi beyin fırtınası yaratılabilir? Hangi
teorem ve hipotez oluşturulabilir. Bilgi toplumuna çağdaş
medeniyete nasıl bu kafa ile ulaşılabilir?.
Bu durumdan kaygı duyan kaç kişi bulunmaktadır? Bu
ülkenin her kademesinde görev yapmış devlet başkanlarından,
Başbakanlardan, Milli Eğitim Bakanlarından, YÖK başkanlarından,
Üniversite rektörlerinden, İlk, Orta ve Lise Müdürlerinden
ve ana babalardan kaçı kendi sorumluluğunu sorgulamaktadır?
Şunu çok iyi biliyoruz ki 1940’lı yıllardan bu yana
eğitim sistemimiz hep dejenere edilmeye başlanmıştır.
Gelişmiş batı toplumlarında eğitim bir süreklilik ve
disiplin içerisinde yürütülürken bizde her Milli Eğitim
Bakanı ile sistem değiştirilir, sık sık öğrenci affı
çıkartılır. Her konuda ülkemize dayatmada bulunan batı
toplumları bakın, eğitim konusunda bir tek Avrupa Topluluğu
kriteri ileri sürmemektedirler. Acaba neden eğitim sistemimizin
batıdaki gibi olmasını istemiyorlar? Bütün bunlar tesadüf
müdür? Eğitim sistemimizin bütünsel bir bakış açısı
içerisinde yeniden ciddi bir niteliğe kazandırılması
ve yurttaşlık bilinci ile ulusallıktan evrenselliğe
dünyaya açılacak şekilde yeniden masaya yatırılması
kaçınılmaz durumdadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen
Dicle Üniversitesinin geçen dönem akademik yılda öğrenciler
için “Cinsel Sağlık Eğitimi” konulu ders vermeye karar
vermesi sevindiricidir. Hele namus cinayetlerinin çok
yaygın olarak işlendiği feodal kültürün hakim olduğu
Güneydoğu bölgesinde Dicle üniversitenin böylesi bir
soruna yönelmesi yerinde bir girişimdir. Umarım diğer
üniversitelerde buna benzer dersleri seçmeli olarak
programlarına koyarlar. Gönül ister ki bu dersler liselerde
başlasın ancak halen bazı tabular cinselliği, kötü,
yasak ve gizli bir konu olarak algılatmaktadır. Sorunun
temelinde erkek egemen kültürünün tabulu baskısı olduğu
için başta maço erkekler olmak üzere toplumun namus
bilinci konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Kadın ve
erkeğin karşılıklı olarak birbirlerini vücutlarını tanımaları,
cinsellikleri ile ilgili olarak merak ettikleri konular
hakkında bilgilendirilmeleri bir çok yönü ile kişiye
yardımcı olacak ve kişinin günlük iş ve çalışma verimliliğini
daha artıracaktır. Bu konuda TV kanallarında ve gazetelerin
eğitim ve kültür programları bölümlerinde konunun anlaşılır
bir dille bütün toplum kesimlerine aktarılması yararlı
olur. Sivil toplum kuruluşları da bu konuda önemli görevler
üstlenebilirler.
AB kadın katılımından geçer!
Geçen hafta bir bilimsel toplantı için bulunduğum Hollanda’da
akşam yemek masasında Türkiye'nin Avrupa birliğine girişini
tartışırken bir İsveçli ülkelerinde işçi olarak çalışan
bir Türkün kızı bir yabancı ile çıktığı için öldürüldüğünü
belirtti ve bu anlayışla halen Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna
giremeyeceğini belirtti. Tabii olayın bir eğitim olayı
olduğunu bu konuda önemli gelişmelerin kaydedildiğini
anlatmam ne denli yeterli oldu bilmiyorum (tabii inandırırcı
oldu mu onu da bilemiyorum çünkü seçime katılan partilerimizin
kadın Belediye Başkan adayı yok denecek kadar az).
Daha da kötüsü ülkeme döndüğümde gazetelerdeki ortak
konu Güldünya adlı kızın ailesi tarafından bir başkası
ile cinsel ilişkiye girmesi nedeniyle öldürüldüğünü
ve devlet töreni ile de kabristana gömüldüğünü belirtiyorlardı.
Bugüne kadar başta kadınlarımız olmak üzere toplumun
geri kalmasını sağlayan sistemimiz nasıl oluyor da bugün
namus cinayetine kurban giden bir kızın cenazesine başta
kaymakam, belediye başkanı ve müftü ile katılıyor. Güneydoğunun
kokuşmuş feodal ilişkilerinden bugüne kadar medet uman
ve geri kalmasına göz yuman anlayış bu gün bir namus
cinayetine timsah gözyaşları dökerek karşı çıkmaya çalışıyor
olmasını nasıl karşılamak gerekir. Bu arada camilerde
namus cinayetleri hutbesi okutulacakmış, ne denli yararlı
olur bilmiyorum ancak toplumun köklü bir cinsel eğitime
ihtiyacı olduğu açık. Avrupa’da pornoya ilginin en çok
Türkler arasında yaygın olduğu biliniyor. Bu da toplumun
beyninde cinsellik sorununu çözmesi gerektiğini zorunlu
kılıyor.
Okula prezervatif
9 Ekim 2003 tarihli Radikal gazetesinin haberine göre
“Almanya'nın başkenti Berlin'deki liselerde kız ve erkek
tuvaletlerine ilk kez prezervatif otomatları konulacaktır.
Berlin Eyalet Meclis Grubu Başkan Yardımcısı Andreas
Koska, özellikle genç kızların prezervatif bulmakta
zorlandıklarını ifade ederek, "Barlarda prezervatifleri
sadece erkekler tuvaletinde bulabiliyorsunuz. Şimdi
herkes prezervatif alabilecek" diyor. Berlin Eyaleti
Ebeveynler Komisyonu da “Çocuklarımız için bu gerekli
mi bilmiyorum, ancak bu uygulamaya karşı da değiliz"
diyor. Toplumsal kültürümüze aykırı gelebilir. Psikolojik
olarak belirli bir olgunluğa gelmeyen gençlerin erken
dönemde cinsel ilişkiye girmeleri hoş karşılanmaz ancak
işin biyolojisi de dikkate alınarak yasak ve kötü demek
yerine yol gösterici olmak daha yararlı olacaktır.
Bırakınız orta öğretim kurumlarını üniversitelerde
bile, özellikle taşra üniversitelerinde bunları hayal
etmek bile hala olanaksız gibi görünüyor. Birilerinin
bu tabuları kırması gerekir.
Bu bağlamda üniversiteler kendilerine yüklenilen sorumluluğu
yerine getirmek zorunda. Yalnızca dersimi veririm vazifemi
yaparım demekle olmaz. Üniversiteler bugünün değil yarınları
da öngörmek zorundadır. Eğitim, araştırma yanında üniversiteler
toplumu aydınlatma sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır.
Kafası aydınlanmış, namusun iki bacak arasından çok
beyinde oluğunu algılamış, cinsiyet ayrımı yapmayan
sorgulayıcı bir kuşak yetiştirmek sorumluluğunu taşımalıdır
üniversite eğitimi. Bu bağlamda üniversite eğitimi liseden
farklı olarak kendini beton binalarına ve bedenlerine
hapsetmemeli ve sürekli devingen tabuları yıkmış özerk
ve özgür olmalıdır.
Başta eğitim kurumları olmak üzere toplumun her kesiminde
otoriter anlayışın beden ve düşünce sistemi üzerindeki
etkisi ile sınırı aştığı düşünülen Güldünya’nın yaşamının
karartılması arasında büyük bir benzerlik bulunmaktadır.
Bu hastalık beden ve beynimizin sahibi olduğunu düşünen
ve öyle hareket eden ‘aşiret beylerinin’ hasta kafa
yapılarından kaynağını almaktadır.
Evet, acilen cinsel eğitime, hem de bütün toplumsal
alanlarda cinsel eğitime ihtiyaç bulunmaktadır. Ne dersiniz
Üniversitelerden başlayabilir miyiz?
Tolstoy’un ifadesi ile “Kadın öyle bir konudur ki,
onu ne kadar incelersen incele her zaman yepyenidir”.
Bu bağlamda kadının sorunun daha fazla incelenmesi dileği
ile 8 Mart bayramınızı kutlarım
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi
|