Öğretim Üyelerinin Örgütlenme Sorunu ve YÖK Yasası
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi
Örgütlülük gelişme göstergesidir
Eğer denilse ki bugün gelişmiş toplumların en önemli
özelliği nedir diye, herhalde "örgütlü olmalarıdır"
denir. Örgütlü toplumlar insanlık tarihinin kilometre
taşlarında izlerini göstermektedir . Bugün yoksullarla
zenginler arasındaki temel farklılığın altında örgütlülük
yatmaktadır. Yine örgütlülük ile eğitim düzeyi arasında
da yüksek bir ilişki bulunmaktadır. Kısaca insanın insan
olması ile günümüze kadarki başarının ardında örgütlülüğün
yani iyi organize olmalarının yattığı bilinmektedir.
İnsan kaynakları kalitesinin ve verimliliğinin yüksek
olduğu toplumlarda toplum yüksek bir örgütlülük göstermekte,
sivil toplum örgütleri güçlü, demokratik kitle örgütleri
yaratmış oldukları alternatif bakış açıları ile demokrasilerini
güçlendirmekte ve toplumlarını sorunun bir parçası olmaktan
çıkarıp çözümün bir parçası haline getirmektedirler.
Bugün Doğu ve Ortadoğu toplumlarına bakın, örgütsüzlüğün
yansımalarını bulursunuz; Batı Akdeniz'den, Kuzey Avrupa'da
ve Kuzey Amerika devletlerine kadarki batı aleminde
ise bütün süreçlerde örgütlülük ön plana çıkmaktadır.
Gelişmiş batı toplumları bugün ulaştıkları noktaya iyi
organize oldukları ve örgütlendikleri için gelmişlerdir.
İsveç nüfusu 7 milyon, fakat örgütlü nüfusu ise 22 milyon
olarak sık sık örnek gösterilir. Bu bağlamda toplumun
en eğitilmiş kesiminin örgütlenmesi ve örgütlülükten
kaçınması mutlaka araştırmaya değer bir konudur.
Son yıllarda biraz da AB yasalarının zorlaması ile
sivil toplum örgütleri veya örgütlülük söylemleri cılız
bir biçimde söylenmeye başlandı. Ancak örgütlülük bir
bilinç olayı olup yurttaş olma kavramı ile eşdeğerdir.
Örgütlülük kişisel bilinç yanında hiç tanımadığı insanların,
doğanın ve diğer canlıların haklarını savunma konusunda
bir bilince ve vizyona ulaşma şerefine de kavuşmaktadır.
Bir anlamda ortak yaşam arzusu içerisinde çağdaş birer
yurttaş olarak birlikte yaşamanın ve ortak duyguları
ve hazları birlikte paylaşmanın zevkine ve erdemine
ulaşmayı sağlamaktadır. Yakın geçmişe kadar "imece
usulü" yardımlaşmanın sağladığı sinerji ile nelerin
başarıldığı bugün bile modern eğitim anlayışında "örgütlü
toplum güçlü toplumdur" yaklaşımını oluşturmuştur.
Zayıf Üniversiteler
Öğretim üyelerinin bilimsel araştırma ve eğitim öğretim
görevleri dışında bir diğer önemli görevi toplumsal
sorunlara yaklaşımı ve toplumun önünü açacak çözüm önerileri
sunmasıdır. Sivil toplum örgütü görevi üstlenen öğretim
üyeleri dernek ve sendikaları halen istenilen düzeyde
üye sayısı bulamadıkları için çeşitli konulardaki talepleri
yetkililer tarafından dikkate alınmamaktadır. Öğretim
üyeleri dernek ve sendikalarının etkin olmayışı, yayın
organlarının bulunmayışı, geniş anlamda öğretim üyelerinin
kendi görüşlerini ifade edecek alan bulamamalarına neden
olmaktadır. Böylece de üniversiteler kendi iç dinamiklerini
tartışmamakta ve bilimsel alandaki üretimden gelen güçlerini
yansıtamamaktadırlar. Çeşitli konularda görüşlerini
belirli platformlarda tartışamayan bilim insanları toplumsal
sorunlardan da uzaklaşmaktadırlar. Bilim adamları, dernek
ve sendikaya 12 Eylül sonrasındakine benzer baskıya
maruz kalacağını düşünerek üye olmamakta ve kendilerine
resmi makamlar tarafından biçilen görevin dışında toplumsal
ve evrensel bilgilendirme görevini yerine getirmeyerek
ve toplumdan uzak, kendi kabuğuna çekilmiş hareketsizler
ordusunu oluşturmaktadırlar. Bilim adamları tarihsel
misyon içinde toplumun bilgilendirilmesi ve aydınlanmasından
aldıkları güç nedeniyle halk kitlelerinin yakın geçmişe
kadar en çok değer verdikleri kişilerdi. Dünyada halen
öğretim üyelerine ve öğretmene saygı bilgiye saygı olarak
ifade edilir. Türkiye'de ise son 40 yılın toplumsal
olaylarının sorumluluğu çoğunlukla üniversitelere yüklendiği
için öğretim üyelerinin evrensel düşünce anlayışına
uygun olarak kendilerini, olayları ve olguları ifade
etmeleri engellenmiştir. Örgütsüz ve maddi gücü zayıflatılmış
olan öğretim elemanı maddi gücü oranında toplumda değer
görmektedir.
Ülkemiz ise maalesef örgütlülük düzeyi bakımından dünyayı
gerilerden izlemektedir. Özellikle eğitim kurumlarının
örgütsüz olması doğrudan etkisini toplumun diğer kesimlerine
yansıtmaktadır. Özelikle eğitimin en üst kurumu olan
ve evrensel boyutta eğitim ve araştırma yapma iddiası
taşıyan üniversitelerimiz bugün 70 binin üzerinde öğretim
üyesi ve görevlisi ile en örgütsüz kurumların başında
gelmektedirler. Yaşamın her alanında yetişmiş insan
yetiştiren ve her düzeyde sorunu bilimsel ölçüde araştıran
pahalı, rekabeti yüksek ve stresli yaşamı olan öğretim
üyelerinin mutlaka sorunları çok boyutlu olmaktadır.
Öğretim üyeliği bir meslekten çok bir yaşam biçimi olarak
kendine has sorunları bulunmaktadır. Son yıllarda artan
ücret yetersizliğinden tutun da yönetimsel sorunlara
kadar bir dizi ciddi sorunları bulunmaktadır. Öğretim
üye ve yardımcıları örgütsüz olduklarından sorunlarını
"karınlarında" konuşmaktadırlar.
Üniversite yönetimleri bu anlamda üyelerin bireysel
sorunlarını, üniversite ve eğitimin sorunlarından ayrı
tutukları için sorunların iletileceği bir merci bulmakta
zorlanılmaktadır. Örneğin hiçbir yetkili özlük hakları
konusunda ciddi anlamda bir üst kuruma sorunu taşımamaktadır.
Mesleğin geliştirilmesi, dinamiklerin kendini ifade
etmesi için tüm üniversite öğretim üyelerinin öğretim
üyeleri dernekleri veya sendikalarına zorunlu kayıtlı
olmalı hatta doğal olarak kadroya atanmadan önce meslek
örgütüne üye olması sağlanmalıdır. Örgüt her düzeyde
öğretim üyelerinin sorunlarını tartışmalı ve çözüm önerileri
geliştirmeli ve gerekli girişimde bulunmalıdır. Örgüt
kendi içerisinde meslek etik birimi dahil olmak üzere
mesleğin saygınlığını koruma konusunda ciddi ağırlığını
ortaya koymalıdır.
Örgütlülük bir bilinç sorunudur
Örgütlü yani yukarıdan aşağı iyi organize olması gereken
kurum nedense örgütsüz bir akortsuzluk sergilemektedir.
Bu anlamda üniversite öğretim elemanları arasında tam
bir dağınıklık yaşanmaktadır.
Örgütlülüğün bir bilinç sorunu olduğu sık sık vurgulanır.
Çağdaş toplumların temel göstergelerinden biri olan
örgütlülük maalesef üniversitelerde görülememektedir.
Hükümet tarafından Yüksek Öğretim Yasasının TBMM'sinden
hızlıca geçirilmesi sürecinde üniversitelerde görülen
dağınık ve cılız karşı çıkış gözlerden kaçmamıştır.
YÖK konunun tartışılmasının zamanı olmadığını belirterek
konuyu üniversitelerin olmasa olmazı olan her tür düşüncenin
tartışılması ilkesinin dışına çıkarak konuyu tartıştırmamıştır.
Üniversiteler ise YÖK ile ters düşmemek veya gelecek
kaygısı ile konuyu tartıştırmaktan kaçınmışlardır. Fakat
konu politize olmuş her kesim tarafından, hata halktan
kişiler sokakta yüksek öğrenimin sorunlarını tartışırken
örgütsüz üniversiteler konuyu tartışamamış olmaları
kamuoyunun gözünden kaçmamıştır. Öğretim Elemanları
Dernekleri ise kendi ağırlıkları oranında konuyu tartışmaya
çalışmışlar ancak yeterince etkili olmamışlardır.
Tarihsel bir sorumluluk
Bilemiyorum ileride bilgi toplumunda Türk Üniversite
tarihi yazıldığı zaman bu durum nasıl ifade edilecektir.
Şimdiki yöneticilerimizi o günün bilim insanları nasıl
tahlil edeceklerdir. Her toplumun tarihi ile öğünme
ve gurur duyma hakkı vardır. Tabii adı üstünde evrensel
anlamda her türlü düşüncenin irdelendiği bir ortamda
"ben bu konunun tartışılmasında yokum demek"
kolay fakat tarihe hesap vermek ise zor olsa gerek.
İşin ilginç yanı geniş bir öğretim üyesi kitlesinin
ya hiçbir görüşü yok, yada birileri benim görüşlerimi
fark eder diye sesi soluğu kesilmiştir, o an için güçlü
görülenlerin arkasına sığınmayı tercih etmişlerdir.
Türk yüksek öğretimi üniversitelilik bilincine yakışır
bir tarzda dinamik bir yapıda sorgulayıcı olması gerekirken,
tam tersine muhafazakar bir tutum alarak sorunu tartışmaktan
kaçınmıştır. Önemli derecede öğretim üyesi de bir araya
gelip güç oluşturmak yerine güçlü kişilere sırtını dayamayı
yeğlemişlerdir. Bu anlamda kurumsal olarak üniversiteler
ve öğretim üyeleri ileriye yönelik felsefi boyutta sorunları
tartışmak yerine kabuğuna çekilerek sıradan bir devlet
dairesi ve memurları rolünü üstlenmişlerdir. YÖK yasasının
değişmesini bekleyen ve bugüne kadar umudunu koruyan
bazı hocaların artık ya emekli olacağım ya da yarı zamanlı
olarak çalışacağım demesi üniversiteler için ağır bir
ifade olsa gerek.
CBT dergisi 832 sayısında DNA çift sarmalını keşfeden
James Watson ile Newsweek dergisinin yaptığı mülakatı
işlemiştir. Bir soru üzerine Watson "Şu anda daha
çok bilimin örgütlenmesi için gayret sarf ediyorum.
Yani başkalarının da bilim yapması için uğraşıyorum"
diyor. Bence de bütün öğretim üyelerinin resmi anlamda
diğer meslek örgütlerinin kabul gördüğü gibi Yüksek
öğretimin tüm üyelerinin resmi olarak kayıtlı olduğu
bir örgütünün olması bu örgüt içinde başta bilim-etik
kurulu olmak üzere her türlü görüş ve fikrin tartışılması,
bu konudaki görüşlerin düzenli bülten halinde üyelerine
dağıtılması gerekir. Bir şekilde bir tür iç eğitim görevi
yapacak olan bülten yolu ile yüksek öğretim ile ilgili
haberler üyelerine duyurulmuş olur.
Güçsüz olan güçlüye sırtını dayar
Bilgi çağının gerekleri bilinçli güç birliğinden geçmektedir,
güçlülere sırtını dayamaktan değil. Üniversitelerin
en kısa zamanda çağına yakışır bir yüksek öğretim yasası
çıkarmak için kendi içinde bu sorunu çözmeleri gerekir;
aksi takdirde, bugün siyasetin kaybettiği zemini korkarım
üniversiteler de yaşayabilir. Üniversitelerin yavaş
yavaş bu zemine çekildiğini görüyorum. Bu gidişatın
üniversiteleri tamamen okullaştırmaya götüreceği kaygısını
yaşamaktayım. İbni Sina "Bilim ve sanat takdir
edilmediği yerden göç eder" diyor. Bilim kendisini
Türk toplumuna kabul ettirmese gelecekte çok daha karanlık
günleri yaşamaya mahkum edilmiş oluruz.
Aklın yolu bindir
Üniversite öğretim üyelerinin "aklın yolu bindir"
ilkesi ile farklı zenginliklerini bir potada toplamaları
ve ülkemizin aydınlık geleceği için zekice ve akıllıca
yol ve yöntemleri toplumun önüne koymaları dileği ile.
Saygılarımla.
|